Nurullah ERKUN
Köşe Yazarı
Nurullah ERKUN
 

GÜÇ ARTTIKÇA AHLAK AZALIR MI?

  Bir toplumun ahlakı ile onu yönetenlerin ahlakı arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu soru, suçlama değil; bir kendini yoklama sorusudur. Genellikle ahlak, bireysel bir özellik gibi ele alınır. Oysa ahlak; yalnızca kişisel tercihlerden değil, ortak kabullerden, sessizliklerden ve alışkanlıklardan da beslenir. Bir davranış tekrarlandıkça normalleşir; normalleştikçe sorgulanmaz hâle gelir. Peki, ahlaklı olduğu düşünülen bir toplumdan, ahlaki zaafları olan bir yönetici çıkar mı? Bu ihtimal tamamen dışlanamaz. Ancak burada belirleyici olan, toplumun bu duruma verdiği tepkidir. Ahlak, hatanın hiç yapılmaması değil; hata karşısında gösterilen duruştur. Tersine bakalım: Ahlaki ölçütleri zayıflamış bir topluluktan, güçlü bir ahlaki duruşa sahip bir yönetici çıkabilir mi? Çıkabilir. Fakat böyle bir durumda o kişinin karşılaşacağı en büyük sınav, başkalarının beklentileri değil; alışılmış davranış kalıplarıdır. Çünkü ahlak, yalnızca erdem değil; bazen rahatsız edici bir hatırlatmadır. Bir başka soru da şudur: İnsanlar bir konuma geldikten sonra mı değişir, yoksa zaten var olan yönleri mi görünür olur? Çoğu zaman konum, kişiyi dönüştürmez; kişiyi açığa çıkarır. Sorumluluk arttıkça, kişinin değerleri daha belirgin hâle gelir. Küçük tercihler, büyük sonuçlar doğurur. Eğer bir toplumda sürekli “ahlak sorunu” konuşuluyorsa, burada tekil örneklerden ziyade ortak bir iklim üzerinde düşünmek gerekir. Sessiz kalınan her durum, zamanla kabul edilmiş sayılır. Görmezden gelinen her davranış, bir sonraki için zemin oluşturur. Bu noktada şu soru önemlidir: Bir toplum kendini yargılayabilir mi? Evet. Ama bu yargılama, suçlu aramakla değil; sorumluluk almakla mümkündür. Toplumun kendine soracağı sorular basittir ama zordur: Yanlış bana fayda sağladığında da yanlış demeye devam eder miyim? Sessizliğim bir onay anlamına geliyor mu? Rahatsız olmamak için mi susuyorum, yoksa gerçekten görmüyor muyum? Toplumun kendine vereceği ceza, cezalandırma anlamında değildir. Bu ceza; alışkanlıkları gözden geçirmek, konforlu suskunlukları terk etmek ve normal kabul edilenleri yeniden düşünmektir. Çünkü ahlak; başkalarından talep edilen bir ölçü değil, önce kendimize uygulanan bir terazidir. O terazi şaştığında, sonuçlar yalnızca bireysel olmaz; ortak olur. Belki de mesele şudur: Ahlakı konuşmak kolaydır. Ahlakla yaşamak ise cesaret ister. Bir de işin görünmeyen ama hissedilen bir tarafı vardır: Kibir ve ego. İnsan, bir koltuğa oturduğunda değil; o koltuğu kendisiyle özdeşleştirdiğinde sınanmaya başlar. Makamlar geçicidir; kalıcı olan, o makamdayken sergilenen tavırdır. Yukarıdan bakmak, yalnızca mesafeyi artırmaz; vicdanla araya da bir mesafe koyar. Etik, tam da bu noktada devreye girer. Yetkinin sağladığı imkânları, kişisel üstünlük sanmamak; sahip olunan konumu, başkaları üzerinde tahakküm aracı hâline getirmemektir etik olan. Ahlak ise, gücün olduğu yerde daha dikkatli olmayı, alkışın yükseldiği yerde kendini denetlemeyi gerektirir. Hiç kimse, bulunduğu yerde sonsuza kadar kalacakmış gibi davranma ayrıcalığına sahip değildir. Çünkü koltuklar kalıcı değildir; fakat o koltukta bırakılan izler kalıcı olabilir. Asıl mesele, geriye bakıldığında yüksekten bakılan insanlar değil; adil davranılan insanlar hatırlansın diyedir. Saygılarımla…
Ekleme Tarihi: 16 Aralık 2025 -Salı
Nurullah ERKUN

GÜÇ ARTTIKÇA AHLAK AZALIR MI?

 

Bir toplumun ahlakı ile onu yönetenlerin ahlakı arasında nasıl bir ilişki vardır?
Bu soru, suçlama değil; bir kendini yoklama sorusudur.

Genellikle ahlak, bireysel bir özellik gibi ele alınır. Oysa ahlak; yalnızca kişisel tercihlerden değil, ortak kabullerden, sessizliklerden ve alışkanlıklardan da beslenir. Bir davranış tekrarlandıkça normalleşir; normalleştikçe sorgulanmaz hâle gelir.

Peki, ahlaklı olduğu düşünülen bir toplumdan, ahlaki zaafları olan bir yönetici çıkar mı?
Bu ihtimal tamamen dışlanamaz. Ancak burada belirleyici olan, toplumun bu duruma verdiği tepkidir. Ahlak, hatanın hiç yapılmaması değil; hata karşısında gösterilen duruştur.

Tersine bakalım:
Ahlaki ölçütleri zayıflamış bir topluluktan, güçlü bir ahlaki duruşa sahip bir yönetici çıkabilir mi?
Çıkabilir. Fakat böyle bir durumda o kişinin karşılaşacağı en büyük sınav, başkalarının beklentileri değil; alışılmış davranış kalıplarıdır. Çünkü ahlak, yalnızca erdem değil; bazen rahatsız edici bir hatırlatmadır.

Bir başka soru da şudur:
İnsanlar bir konuma geldikten sonra mı değişir, yoksa zaten var olan yönleri mi görünür olur?
Çoğu zaman konum, kişiyi dönüştürmez; kişiyi açığa çıkarır. Sorumluluk arttıkça, kişinin değerleri daha belirgin hâle gelir. Küçük tercihler, büyük sonuçlar doğurur.

Eğer bir toplumda sürekli “ahlak sorunu” konuşuluyorsa, burada tekil örneklerden ziyade ortak bir iklim üzerinde düşünmek gerekir. Sessiz kalınan her durum, zamanla kabul edilmiş sayılır. Görmezden gelinen her davranış, bir sonraki için zemin oluşturur.

Bu noktada şu soru önemlidir:
Bir toplum kendini yargılayabilir mi?

Evet. Ama bu yargılama, suçlu aramakla değil; sorumluluk almakla mümkündür. Toplumun kendine soracağı sorular basittir ama zordur:

  • Yanlış bana fayda sağladığında da yanlış demeye devam eder miyim?
  • Sessizliğim bir onay anlamına geliyor mu?
  • Rahatsız olmamak için mi susuyorum, yoksa gerçekten görmüyor muyum?

Toplumun kendine vereceği ceza, cezalandırma anlamında değildir. Bu ceza; alışkanlıkları gözden geçirmek, konforlu suskunlukları terk etmek ve normal kabul edilenleri yeniden düşünmektir.

Çünkü ahlak; başkalarından talep edilen bir ölçü değil, önce kendimize uygulanan bir terazidir. O terazi şaştığında, sonuçlar yalnızca bireysel olmaz; ortak olur.

Belki de mesele şudur:
Ahlakı konuşmak kolaydır.
Ahlakla yaşamak ise cesaret ister.

Bir de işin görünmeyen ama hissedilen bir tarafı vardır: Kibir ve ego.
İnsan, bir koltuğa oturduğunda değil; o koltuğu kendisiyle özdeşleştirdiğinde sınanmaya başlar. Makamlar geçicidir; kalıcı olan, o makamdayken sergilenen tavırdır. Yukarıdan bakmak, yalnızca mesafeyi artırmaz; vicdanla araya da bir mesafe koyar.

Etik, tam da bu noktada devreye girer. Yetkinin sağladığı imkânları, kişisel üstünlük sanmamak; sahip olunan konumu, başkaları üzerinde tahakküm aracı hâline getirmemektir etik olan. Ahlak ise, gücün olduğu yerde daha dikkatli olmayı, alkışın yükseldiği yerde kendini denetlemeyi gerektirir.

Hiç kimse, bulunduğu yerde sonsuza kadar kalacakmış gibi davranma ayrıcalığına sahip değildir. Çünkü koltuklar kalıcı değildir; fakat o koltukta bırakılan izler kalıcı olabilir. Asıl mesele, geriye bakıldığında yüksekten bakılan insanlar değil; adil davranılan insanlar hatırlansın diyedir.

Saygılarımla…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve batmanolaygazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.